top of page
Yazarın fotoğrafıEce Ergüney

Saniyeler İçerisinde Canlılar

Güncelleme tarihi: 28 Eyl 2021



10 senelik köpeğim 10 saniye içerisinde zehirlendiğinde henüz 18’ime basmamış, hayatı toz pembe gören bir kızdım. O zamanlar bilemezdim 10 saniyelerin içerisinde bile 10 binlerce kötülerin barınabileceğini, 10 binlerce art niyetlinin kafalarında tasarladıkları kötülükleri eyleme geçirip 10 binlerce masumu katledebileceklerini.

O zamana kadar kötü iyi ayrımını keskin çizgilerle yapamayan ama soyut olarak varlıklarından haberdar olan ben iyiyi de kötüyü de somut olarak oturtmuş ama neden sorusuna uzun süre cevap bulamamıştım. Neden bir canlı diğerine bunu yapardı? Neden nefret etmek bu kadar kolayken sevmek, sevebilmek bu kadar zordu bu varlıklar için?


Cevap ararken kimileri insanları sevmiyorlar ki hayvanları sevsinler dedi. Doğruydu elbet çünkü etrafımda hangi insanı hayvanlardan tiksinir ya da kötü davranırken gördüysem gözlerindeki kapalı perdeyi ve kalplerindeki karanlığı da aynı zamanda gözlemlemiş oldum. Doğru orantılıydı belki de hayvan sevemeyen bir insanın insan hiç sevemeyeceği ama yeterli değildi sonuçta insan da canlıydı hayvan da. Yaşayan, soluk alıp veren bir varlık diğer soluk alıp veren bir varlıktan rahatsız olup onu ebediyen silmek istiyorsa elbet daha mühim ve kritik sebepler altında yatmalıydı.

Cevap basitti aslında şu zamanlar tüm coğrafyaya hatta tüm dünyaya egemen olmuş olan bir kelime: sevgisizlikti.Canlı kendini sevemiyordu ki önce başkalarını sevmek ne kelime…

Her şeyden önce bencildik her birimiz, umursamaz, ukala, laubali ve de her dediğimizin doğru olduğuna koru körü inanacak kadar cahil, dünyadan bir haber olacak kadar avare, sevgiyi tadamayacak kadar korkaktık.


Doğduğumuz zaman şeffaf olan dünya gün geçtikçe belirginleşeceğine daha da belirsiz hale geliyordu. 5 yaşımızda insanlardan kendimizi soyutlamayı, 10 yaşımızda hayvanlara tekme tokat girişmeyi, 15 yaşımızda “çimlerin üzerine basmayın” yazısına inat tepe tepe basmayı tadıyorduk. Tattıkça hoşumuza giden bu tatsız tat bulaşıcı bir salgın gibi yayılıyor ve dört bir tarafımızı sarıyordu. 20 yaşında vücudumuzu nefret duyguları sarmalarken, 30’dan itibaren yaşarken zevk almaktan vazgeçip nefes almakta zorlanır hale geliveriyorduk.


Bir canlı bir diğerini anlayamazken bir diğer canlı bir diğerine meydan okuyarak katlediyordu. Üstünlük yarışıydı sanırım bu. Hele ki konuşabilen, derdini tasasını anlatabilen bir canlının tabiyetinden ötürü ağzı olan ama dili olmayan, gözlerinden tek damla yaş gelmeyen bir canlıya meydan okuması nefret duygusunun güçle sarmalandığı en tehlikeli alandı. Bu alan öyle dokunulmazdı ki sevginin baş harfini alamayacak derecede soyutlanmış ayrı egemenliğini yaratmıştı artık.


Hayvanları da kapsayan bir acil servis numaramız var oysaki bizim: 153 hangimiz biliyor desem eminim bir elin parmaklarından fazla olmayacaktır bu rakam. Yakın bir tarihe kadar benim de varlığından bi haber olduğum bir uygulamaydı. Ama hiç üzülmeyin çünkü bilsek bile uygulamada görülemeyince bilmek sadece daha da üzmeye kendini daha da yıpratmaya yarıyor.

Onlarca hayvan zehirlenirken, onlarca hayvan can çekişirken, şiddete ve cinsel istismara uğrarken, onlarca hayvan trafik kazalarında hayatlarını yitirip umursamazlar tarafından defalarca üstlerine basılarak çiğnenirken kim, nerede, ne zaman ve ne şekilde aramıştı ki bu numarayı veya nerede reklamı yapılmıştı da duyulmuştu?


153’le de bitseydi keşke, bitmiyordu çünkü hayvanlar TCK tarafından bile korunmuyor, Tck tarafından bile değerli hatta ve hatta “canlı” olarak görülmüyor, taşınabilir bir mal yakıştırması yapılıyordu. Yani bu kötülüğü, pisliği yapan canlı kanlı manlı canlı olabiliyordu da mağdur olan canlı hem dilsiz hem de cansız bir malvarlığıydı sadece. Güya 5199 sayılı “Hayvanları Koruma Kanunu” vardı ama herhangi bir koruma getirilemediğinden caydırıcılık da söz konusu asla olamıyordu.

Sapanca olayı bir ilk değildi Sapanca olayı gibi her gün onlarca “canlı” o şu bu şekilde belirli amaçlar doğrultusunda veya sadece hastalıklı düşüncelerden başka canlılar tarafından susturuluyor, işkence ediliyor, tacize ve tecavüze uğruyor, zehirlenip katlediliyor. Onlarca sokak hayvanı on saniyeler içerisinde yaprak gibi bir bir dökülüyor ve bu görüntüden zevk alınıyor.


Hayvan evinin etrafında dolaştı diye içkillenen, hayvan bahçesine tuvaletini yaptı diye taş atan ve her türlü manevi zararı veren, hayvan konuşamayıp hakkını koruyamıyor diye öldüresiye döven, kuyruğuna teneke bağlayıp bundan ölesiye zevk alan, hayvanı iplere bağlayıp faytonlar da saatlerce eziyet edenve salt kendi egosunu tatmin edecek de gücünü kendinden daha az güçlü bir canlı üzerinde kullanacak diye pis bir varlık olarak gördüğü canlıyı akıl almaz şekilde katleden canlılar var bu dünyada.

Hepsinin tek bir ortak noktası hepsinin tek bir çıkış noktası var o da nefret.İçlerinden nefreti söküp alana kadar devam edecekleri bir döngü gibi bir şey bu. O canlıların içerisinden nefreti söküp alamayacağımıza göre en azından bundan sonraki jenerasyona odaklanmak en azından bundan sonraki hukuki süreçleri takip etmek gerek.


Mesele salt ceza da olmamalı elbet, sen içerisinde bulaşıcı bir hastalık misali yayılan nefrete sahip bir canlıya en ağır cezayı versen yine de ona hayvanların suratındaki masumluğu, sevecenliği, savunmasızlığını tattıramazsın. En büyük ceza vicdandır. Nefret dolu bir kalpte bile ömür boyu toplumdan dışlanarak, kınanarak yalnızlığa itilerek vicdan duygusunu harekete geçirebilmektir.

Hayvan haklarını savunan hukukçular, hayvan haklarıyla daha sıkı bir şekilde ilgilenen sivil toplum örgütleri ve bunları gündeme getirmeye hazır medya organları da olursa yaratılışı böyle olup hakkını savunamayan bir canlıya bir tekme daha atmak yerine onları hayata kazandırabilmek biz canlıların borcu haline gelebilir.

BEN köpeğimi saniyeler içerisinde zehirleyip acılar içerisinde kıvranmasına yol açan o sevgisiz, nefret dolu canlı müsveddelerini unutmadım, unutmayacağım da çünkü zamanı geldiğinde saniyeler içerisinde kendi nefretleri içerisinde köpeğimden çok daha kötü halde kıvranacaklarından vicdanen eminim.

SİZde salt Sapanca’daki katliamı değil şu satırları yazdığım saniyeler de bile yaşanan katliamları, üzerine kıyafet geçirmiş nefret dolu bedenleri sakın unutmayın!

Unutmayalım ki onları kendi nefretleri içerisinde boğup kendi vicdanlarına terk ederek en büyük cezayı ömür boyu biz onlara verebilelim!

5 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Commentaires


Yazı: Blog2 Post
bottom of page